16 Eylül 2009 Çarşamba

Rusya'da Yolunu Bulmak: A Beginner's Guide

eveet. artık yazabilirim.

nerden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum.
öncelikle, THY deskindeki zeki kızımızın yaptığını anlatayım.
zaten çıtıpıt bişeydi. yaş desen 25 anca vardır. sevimli sevimli ilgileniyo herkesle falan. böyle sevimli tiplere işini yaptırmıcaksın aslında hata bende. nitekim ne kadar sevimli o kadar acemi demek, bu işte o kadar yeni demek yani. salaklık bende. gitsene şöyle canından bezmiş, bu işe yıllarını vermiş bi katananın önüne. yok.
her neyse kız saolsun beni check in yaptı biletimi verdi elime. sırıta sırıta aldım ben de. bi önceki gece içince ertesi sabaha salak gibi oluyorum zaten ben bu sefer bu tezimi kesin kanıtladım. aldım bileti verdim bagajı, yurtdışı çıkış harcını almaya giderken bilete bi bakayım dedim... panov goran.. o kim be!? hemen koştur koştur kıza gittim. kız bi panik oldu. hemen o dediğim katanalardan birinin yanına gittik. ben ayşeyi değil de panov mu palov mu neyse artık onu check in yapmışım bagaj onun adına gitti dedi. varış yeri de farklı düşün, St Petersburg (SPB) deil yani. neyse canından bezmiş işinin piri kadın birilerini çağırdı falan,halletti. dakka bir golü yiyodum yani allah korudu.

bu arada daha istanbul havaalanından çıkmadan benim içime feci bir bunalım düştü. napıyorum, ne ediyorum, nası yapıcam, emin miyim, son kararım mı, istemediğim yerde dönebilir miyim? dönmeli miyim? abartttıkça abarttım. fakat gerçekten bir korku kapladı içimi, bildiğiniz gibi değil. neyin korkusu bu tam anlayamadım. düşünüyorum, ulan diyorum ilk defa mı yurtdışına çıkıyosun? yoo. ama işte bi korku bi sıkıntı. gören sanır ki mecburi göreve doğuya falan gidiyorum yani, öyle bi garip bi his kapladı içimi işte. uçakta suratımdan düşen bin parça. yazık kıza falan demişlerdir kesin. halbuki onlar nası güzel görünüyo şimdi gözüme. o güzelim hostesler.. türkçe bilen, üstüne bi de ingilizce bilen, üstüne bi de yardımsever insanlar.. yani bizim nemrut hostesler bile, şu askerlerin tabağına çorba dolduran hatice ana gibi gözüküyo gözüme şu anda, artık durumumu siz düşünün.
evet gerçekten de dedikleri doğruymuş arkadaşlar. gerçekten de burda kimse bi gram ingilizce bilmiyo.
akşam sularında pulkovo havaalanına indim. çok afedersiniz göt kadar bi yer. ve acaip eski. bi takım formlar doldurdum. migration card falan. bi de bak şimdi farkediyorum, burda henüz erkek bir memur göremedim. havaalnında vizedeki polisler dahil bütün çalışanlar 50 yaşlarında şişman ve suratsız kadınlar. neyse bi kaç denemeden sonra formları doğru dürüst doldurdum ve dışarı çıktım. hemen çıkışta minibüs tarzı bişeye binip metroya gittim. ordakiler en azından yes no falan diyebiliyodu yani bi şekilde metroya varabildim. metrodan çıkınca hosteli bulmak da zor olmadı. hangi durakta ineceğimi, yani kaçıncı stopta ineceğimi biliyodum. o yüzden rahat oldu. hostel de merkeziydi. cubahostel. güzel şirin bi yerdi.
eşyalarımı bırakıp yakında bi kafeye gittim. hala nası bişeye bulaştığımdan habersiz habersiz etrafıma bakınıyodum. etraf derken kızlardan bahsediyorum tabi. bakmamak için kör olmak lazım. hakikaten hepsi birbirinden güzel. valla şimdi erkeklere ne desem ayıp olur, ben olsam ben de rus kızı alırdım heralde kendime bi tane. yani yazın tatil beldelerindekilerden bahsetmiyorum. bunlar hakkaten genç, upuzun, incecik ve inanılmaz güzel giyinen taş gibi kızlar.neyse.
ertesi gün yakında gezilecek bi kaç yer bulup gezdim işte. resimleri bilare eklicem. sanattan pek anlamadığım için o çok meşhur hermitage de çok bilinçli gezemedim.
bu arada girişte bilet sırasında beklerken ensemde bi el hissettim. arkama döndüm şirine bi kız. sırıtarak boçok mu ne öyle bişey dedi. ben de saç falan var zannettim. "boçok mu eheh what is boçok" falan diye sevimli sevimli sordum ben de. kız ingilizce bilmiyomuş arkadaşına dönüp bişeyler dedi. spatzka trapska diye rusça bişeyler konuştular. kız bana döndü "spider" dedi. "eheh, spider, ok..spider mı!!?? neyyyy?!!"

neyse, ilk girdiğim kısımda tarihi taşlar bulgular falan vardı. derhal terkettim orayı. anadolu medeniyetleri müzesine gitmiştik bi kere. michael didem ben. o gün karar vermiştim arkeolojiyle pek sevişmediğimize.. neyse asıl diğer kısım daha enterasandı.

bir sürü ünlü ressamın dev gibi tabloları vardı. italyan, ispanyol falan diye ayırmışlar. bina da çok güzeldi tabiki. yapı itibariyle dolmabahçe ye benziyo. denizin kenarında, upuzun dev gibi bi müze.
ordan çıkıp civardaki çeşitli yerleri gezdikten sonra, Lonely Planet guide book' daki öneriye uyup boat trip bileti alayım dedim. iyi ki almışım. çok güzeldi. akşam 8deki tura katıldım. hava karardığı zaman inanılmaz güzel manzaralar oldu. kanallardan geçerek gezdik şehiri. çok güzel resimler var koyucam en kısa zamanda.




botta yanımda bi çocuk oturuyodu. öyle miydi böyle miydi derken baya bi muhabbet ettik. çok iyi oldu benim için gerçekten. konuşmaya ihtiyacım varmış demek ki (bu cümleyi kurduğuma inanamıyorum). o da brezilya dan gelmiş. boat tripten sonra oturduk kahve içtik sonra yemek yedik falan. o da tek başına gelmiş , tam benim gibi şaşkın bi tip. onun da eli ayağına dolaşmış napacağını bilememiş. bi gece de olsa yoldaş olduk birbirimize (bak sovyetlere geldim ya hemen havaya girdim yoldaş falan). neyse iyi oldu hoş oldu, maillerimizi aldık keep in touch dedik helalleştik. gutoydu adı. çok ilginç hikayeleri var bi ara anlatırım (buraya kadar sabrederek okuyup merakından çatlayanlar için dip not: hayır malesef brad pitt le pek alakası yoktu).
ay bu arada hostel de türk bi çocuk vardı ha! ama pek faydası dokunmadı bana. 20 yaşlarında, iyi bi çocuktu aslında. ama pek rastlaşamadık. bi de bana sürekli "siz" diyodu. inanamıyorum ya. siz denilecek yaşa mı geldim ben? höst.
neyse ertesi gün kalkıp, deskteki kıza rusçasını yazıdırıp, ticket office ten moskovaya bilet almaya gittim. yani bu sabah oluyo bu. olay da burda başlıyo.
her nasılsa görevli kadın inanılmaz sevimli çıktı ve bana el kol hareketleriyle de olsa yardımcı oldu ve cuk diye istediğim trene istediğim saate yer verdi. 12:53 Yunost treni; SPB-Moscow. Süper dedim. saat 11 falan. hostele döndüm. toparlandım. internetten booking imi onayladım biraz araştırma yaptım falan. 12de hostelden çıktım. julia, deskteki kız, tarif etti nası gideceğimi. 1 stop sonra inicem. inicem de, nası binicem, nerden binicem, problem ordaymış. ankaray gibi düşünün. iki taraflı metro gidiyo. metro dediğim de zindan gibi bişi bu arada. ilk binerken anlamamıştım. insanlar kapalı kapıların yanında bekliyolar. görünürde hiçbişi yok. bi yol boyunca duvarlar, duvarlarda da sıra sıra kapılar var. meğersem tren duvarların içinden gidiyomuş. tren bi duruyo,bütün kapılar "çotankkk!" diye açılıyo falan. direk ürkütücü bi görüntü yani.
neyse bendeniz, metroya indim. önüme gelen trene bindim. ve tabi ki ters tarafa binmişim. ama böyle bişey olamaz. o kadar şuursuz oluyo ki insan. hiçbişey ingilizce değil. ingilizceyi bırak, latin alfabesinde bile değil. garip gurup şekiller. alfabe bu.
inince gördüğüm insanlara istasyonu sormaya başladım. tabi ki kimse anlamadı. sonunda turist kılıklı bi adam çat pat anlattı saolsun. burdan iki durak sonra dedi. o zaman benim jeton düştü. saat 12,37 falan. koştur koştur geri indim metroya ama, ya gene yanlış yere binersem. her yer birbirine benziyo zaten. ve insan hakikaten bulacağı varsa da bulamıyo gideceği yeri. sanki üstüme üstüme geliyo o durak isimleri, metro haritaları, kalabalık. şaban gibi kaldım orda resmen. gene ingilizce konuşan birini aradım ve sonunda genç bi kız buldum yanında arkadaşlarıyla. kıza nası teşekkür etsem azdı. kız beni tuttu kolumdan, metroya bindik, beraber indik ve çıkacağım merdivenin başına kadar götürdü. tenk yu tenk yu tenk yu veri maç diye sarıldım kıza giderken, o derece. neyse çıktım, gene bi çaba sarfedip yarım vücut dili yarım inglizce biriyle konuştum. hasbelkader treni buldum. buldum ama, kan revan içindeyim. sırtımda çanta, sağımdan solumdan aparatlar sarkıyo.. ama treni bulunca bir sevindim ki anlatamam. o an yemin ederim hafifledim. uçucaktım yani. inanamadım treni kaçırmadığıma.


neyse 8 saat yolculuktan sonra moskovaya geldim. gayet rahat ve güzeldi tren. inince yine bir rus kızımız saolsun aynı metodla yol gösterdi bana ama bende bir panik. diyorum ki boku yedim. nası bulucam. gene aynı stres, aynı koşturmaca, aynı maraton başladı. neyse ki bi kadının yanlış yönlendirmesine rağmen, ikinci hatayı yapmadım ve doğru çıkıştan çıkmayı becerdim. hosteli bulduğumdaysa artık kendimi jean d'arc gibi hissediyodum. hala da öyle hissediyorum aslında. hala inanamıyorum nası buldum nası attım kendimi hostele..


şimdi bu kadar şeyden sonra ben irkutsk'a gider miyim? irkuts ki SPB ve Moscow'un 15de biri kadar bi yermiş. buralarda böyleyse orda artık tarzanca falan resmi dildir heralde.
bilemiyorum. ama istiyorum gitmeyi. belki bikez daha şansımı denerim. belki haftaya hayyamide içerim.
bilemiyorum.

hepinizi öpüyorum.

1 yorum:

  1. brezilyalı çock taş çıksaymış bari, ne bileyim yoldaş olurdu:) o türk çocuk ruslara salyalarını akıtmaktan seni aklına getirmemiştir, velet nolcak..
    seninle gurur duyuyoruz yşe, nazdrovya kardeşim:))

    YanıtlaSil