23 Eylül 2009 Çarşamba

Bu kız n'apıyor?

şimdi, sevgili okurlar (an itibariyle 3 kişi, ablam polonya'ya gitti bir çıkar= 2 kişi),
niye gittim niye döndüm?
rusya'da başıma bir şey mi geldi?
birden bana jeton mü düştü? ne oldu?
ne oldu da o kadar uzun süre düşündüğüm her şeyden bir gecede vazgeçtim?
çok ilginç bir hikaye beklemeyin.

öncelikle plansız programsız yola çıkmak için biraz fazla yaşlanmışım. çünkü plan yapmadan insanı yolda tutan şey, bir nevi özgürlük hissi. "ne kadar süperim yaa aldım başımı gittim moskova sokaklarında amaçsızca dolaşıyorum kız başıma her bir şeyi hallediyorum vay anasını bana.." hissi. Benim kastırıp kastırıp yumurtlayamadığım o his. Benim içime arada bir gelen o devam etme hissinin bununla alakası yokmuş. Ben bunu yapmış olmak için yapıyormuşum. Kendimi hep o seyahatin sonunda hayal ediyormuşum. Ama seyahatin kendisi zevkli mi olacak işkence mi olacak bunu düşünmemişim. Ben bi gün St Petersburg uçağına binip, 2 ay sonra 3 ay sonra dünyanın başka bir ucundan dönen kız olmak istiyormuşum. Benim amacım buymuş. Bunu anladım. Bu yüzden de tabiri caizse, patladım.

Garip geldi bana.

Garip geldi çünkü gitmeden önce kafamda oluşturduğum o bağımsızlık hissi bir kere olsun gelmedi. Garip geldi çünkü iyi vakit geçirmek istiyordum, geçiremedim. Evet binalar müzeler katedraller güzeldi.. St petersburg'da Hermitage'da milyonlarca değerli sanat eseri vardı. Moskova'da kızıl meydanda bir türbemside Lenin hiç ölmemiş gibi capcanlı yatıyordu. Ölü bir adama göre de baya yakışıklıydı bu arada. Metrolar desen bambaşka bir dünyaydı zaten. 800 yıllık gibi bir halleri vardı. Öyle karanlık, öyle soğuk, nası desem.. Öyle komünist bir halleri vardı ki, her an köşe başından Stalin çıkacak visa registration'ımı yaptırmadım diye beni Sibirya'ya sürgüne gönderecek gibiydi. Garipti yani... Güzeldi, kesinlikle güzeldi, ama işte beni cezbedemedi.

Ya da belki sorun Rusya değildi bilemiyorum. Nitekim hostelde tanıştığım insanlarla da hiç mi hiç eğlenmedim. Onlar rus falan değil bildiğin amerikan malıydı. Bir gece hostelde çalışan fransız çocuk Nikola, sizi 5 dakka mesafede bi yere götürücem dedi. Çıktık yürümeye başladık, döndüğümüzde tam 3 saat geçmişti. Gecenin bir köründe buz gibi havada, 3 amerikalı bebe, bir american girl, bir fransız işçi, ve bir de ne yaptığı hakkında en ufak fikri olmayan bendeniz, turkish girl; moskova sokaklarında manyak gibi yürüyorduk. manyak gibi diyorum ama, gençler nasıl eğleniyor bir göreceksiniz.. hani ağzında bi sorun varmış gibi dilini kocaman kocaman dışarı çıkararak ya da herkes yüzünü dönmüşken kameraya kıçını göstererek poz veren tipler vardır ya.. Çılgın amerikan gençliği. Tam böyleydi işte durum, resmi tam olarak çizdim. O resmi tek bozan, "bunun neresi komik?" diye kendi kendine düşünen uzaylı zekiyeydi. O resmi tek bozan bendim.

Sonra düşündüm kendi kendime, ben neden eğlenmiyorum, ben neden böyleyim?
İyi de ben hiç eğlenmedim ki bu şekilde, ben hep böyleydim. Peki neden bi kaç kilometre katettim diye, hayatım boyunca yaşadığım şeyin değişeceğini zannettim?
Kendimi zorlamaya çalıştım, gerçekten istedim. O trene bineyim, sonra bakarım gerisine dedim. Sonra kendimi neden zorladığımı bulmaya çalıştım. Neden bu işi bir sınav gibi görüyorum ben? Kim daha uzağa gidecek, kim daha çok dayanacak, kim daha farklı olacak diğerlerinden?
Ben kiminle yarışıyorum?
Eğlenmediğim ve mutlu olmadığım halde, neden o resmin içinde kalmaya devam ediyorum?
Ben kimi kandırıyorum?
Dünya beni buna inanmaya mı zorluyor? "Bütün herkes bu şekilde eğlenecek!".. Böyle bi kural mı var? Herkes MTV deki gençler gibi olacak, herkes çılgın gibi parti edecek, herkes gençken her türlü boku yiyecek, herkes bu şekilde büyüyecek bu şekilde hayatını yaşayacak bu şekilde mutlu olacak diye bi kural mı var?
Zaten ben bu yüzden kendimi hep yaşlı hissettim. Gençlerin yaptığı şeyleri yaparak mutlu olmadığım için. Ve sanki dünyanın bütün gençleri kızıl meydanda toplanacak, ellerinde votkalar hep bir ağızdan "hayat ne kadar güzel" şarkıları söyleyecek sandığım için, kendimi hep yaşlı hissettim ben. Çünkü dünya başka türlüsünü kabul etmiyordu. Evinde oturup kitap okuyorsan, güzel bi müzik koyup kahve içiyorsan genç değildin sen. İnsanın kafasında milyon tane soru oluyordu, ben kimim, ben ne istiyorum, ben ne arıyorum? Ama bildiğimiz cevaplar kesmiyordu bizi çünkü dünya o cevapları beğenmiyordu. Dünya ısrarla daha fazlasını istiyordu. Ben de ona uydum. Daha fazlasını aradım. Başkalarının dünya anlayışını kendime mal etmeye çalıştım. "Evet daha fazlası var. Daha fazlası olmalı. Nerde acaba? Moskova'da mı? Tayland'da mı? Sırtına çantanı alıp yollara vurmakta mı? Nerde bu, benim arayıp ta bulamadığım, hayatın arta kalan kısmı? Nerde?"
Yaşam başka yerde diyodu Milan Kundera. yaşamı hep başka yerde arayan insanlar vardı.. Ressamlar, şairler, yazarlar.. Tam olarak bildiğimi sandığım, tam olarak yaşadığım o his.. Yaşam bu değil. Yaşam hep başka yerde. Asla senin olduğun yerde değil. Ve sen nereye gidersen git, o hala başka yerde olacak. Ve sen hep arayacaksın, belki sadece saniye farkıyla kaçıracaksın.. Ama hep, kaçıracaksın. Kaçırmazsan, o, yaşam olmuyor.


Ben de kendime soruyorum. Bu kız n'apıyor?

Bir gün evden 3 ay gezicem diye çıkıp bir hafta sonra sıkılıp geri dönüyor.

Her şeye bir hevesle başlayıp, herşeyden bir anda soğuyor.

Bir sonraki ne olacak?

Bulamıyor.

20 Eylül 2009 Pazar

sanki biraz kısa sürdü?

yok.
olmadı.

yani o kadar içimden gelmiyo ki o trene binmek, o kadar zorluyorum ki kendimi istemek için.
ama istemiyorum yani. yapacak bişey yok. ne oldu bilmiyorum ama olmadı. hevesim kaçtı. canım sıkıldı. 7 gün boyunca trende olacağımı düşündükçe afakanlar bastı.
ve sırf yapmış olmak için yapmak istemiyorum. görev gibi, mecbur olduğum için devam etmek istemiyorum. gerçekten istemiyorum.
tatsız tuzsuz.. böyle olmamalı.

belki daha iyi bi planla daha başka bi şey düşünürüm. ama illa ki seveceğim bişey olmalı. sadece ve sadece istediğim için. başka hiç bir sebepten değil.

"yaa ne kadar süper bişey keşke biz de yapsak yürü kızım" diyen herkesin samimi olarak affına sığınıyorum. umarım hevesinizi kırmamışımdır.

18 Eylül 2009 Cuma

Elimde viski: Ben zaten her acının, tiryakisi olmuşum..

Evet. Haftaya hayyamide olmayacağım kesinleşti.

Gene bir dizi olaydan sonra sonunda kendime bir tren bileti almayı ve gideceğim rotayı biraz daha belirginleştirmeyi başardım. Zaten benim bi sonraki durağım hep bi önceki durakta belli oluyor. Böyle böyle nereye kadar gidicem hiç bilmiyorum. Daha St Petersburg'de tecrübe ettiğim Rusya ve Ruslar deneyiminden sonra dönsemmi acaba diyodum. Du bi Moskova'ya gideyim de sevmezsem ordan dönerim dedim. Moskova'ya geldim.. Rusya hala Rusya, Ruslar hala Rus..Rusça hala çivi yazısı. Kimse hala ingilizce bilmiyo..ve Ayşe hala metrolarda kayboluyo.
Ama işte insanın içinde git diyen bi ses oluyo. İnsan hep bi sonrakini merak ediyo. Yani ben merak ediyorum. İçimde hala bi gerginlik yok değil. O gerginlik geçmeyecek zaten ben anladım. Galiba ancak döndükten sonra bu yolculuğun tadını çıkarıcam yani, ne ironi..
İşte bu merakla ben gene kendimi bi sonraki durağa atmak istedim. Moskova'nın en görülmesi gereken yerlerini gördüm: Kızıl Meydan, Lenin Mozolesi, Kremlin Sarayı.. Arbat caddesi.. Hatta Arbat caddesinde yağmura bile yakalandım. Upuzun ve çok güzel bi cadde. Yürürken sağa sola bakınıp acaba Usta ile Margarita'daki apartman burası mı diye merak ediyorum sürekli.

Neyse, bu tip görmemiş olmayım gezilerim ve kafelerde oturmalarım esnasında kararımı verdim. Aslında ilk planım Trans Siberian hattı boyunca bi kaç şehirde durup gezmekti. Rusya'yı keşfe çıkacaktım güya. Tabi St Petersburg ve Moskova'daki arkadaş canlısı (!) Rusları gördükten sonra ister istemez keşfim kaçtı. Moskova ve Vladivostok arası duraklarımı bire indirdim. O bir durak olan Irkutsk'ta da kar yağışı beklendiğini öğrendikten sonra, Thailand gibi sıcak iklimleri hayal ederek hazırladığım bünyemi hiç ara vermeden Vladivostok'a taşımaya ve dünyanın en uzun tren yolculuğunu nonstop yapacak bileti almaya karar verdim. Ve evet, olay gene burda başladı.

Hosteldeki görevli çocuk saolsun ben seni bilet ofisine götürürüm dedi. İngilizcesi çok fena ama elimizdeki en iyisi bu yapacak bişey yoktu. Neyse bi 20 dakka falan yürüyüp tren istasyonuna geldik. Sıramıza geldik bekliyoruz.
Şimdi şöyle bişey var. Rusya'da trenlerin çok çeşitli tipleri var. Hızlısı var yavaşı var, güzeli var çirkini var. Benim kafamdaki iyi bi trende ikinci sınıf gitmekti. Ne lüks olsun ne kötü olsun. Lakin daha sonra okuduklarımdan üçüncü sınıfın da tek gecelik yolculuklar için iyi olduğunu hatta tavsiye edildiğini öğrendim. Benim yol uzun ama, iyi bi tren olursa üçüncü sınıf olsun, daha bi kalabalık olur, daha güvenli olur dedim. İyi tren dediklerim de, "firmeny" ve "fast" özelliği olan trenler. Bunların dışında trene binecekseniz tek gecelik binin. Diğer trenler, yani yanında sadece pass yazan, standart yolcu vagonu olan trenler, uzun yolculuklarda mülteci kampı haline dönüşebilir diye bas bas bağırıyo millet internette..
Şimdi çocuk kadınla benim aramda çeviri yapıyo.. İlk önce çocuk söyledi işte Moskova'dan Vladivostoık'a tren. Kadın bişiler yazdı verdi. Benim aklımda Rossiya adındaki en tavsiye edilen, Rus trenleri ne kadar kaliteli olabilirse artık işte o kadar kalite olan, ama sadece bir ve ikinci sınıfı olan, üçüncü sınıfı olmayan normal bi tren vardı. Baktım kadının yazdığı şeye, biri Rossiya diğeri başka bişey.. Yazmış, biri 16000 ruble diğeri 4750. Yani biri 500 dolar civarında diğeri 150.. Dedim ki ben Rossiya'yı istiyorum. Kadın da çocuk ta mal gibi bakıyo suratıma, e ama öbürü daha ucuz der gibi. Aralarında Rusça bi şaşırdılar falan, işte o an olan oldu, salak ayşe devreye girdi ve gaza geldi. Dedim ki "OK yaa OK, ver öbüründen üçüncü sınıf, sizden mi korkacam.." Bu salak ayşe niye bu kadar salak?
Ama salakken bile, "dünyaya yaşamaya geldim sürüneyim gebereyim deneyim olsun yaaaw" diyen, yırtık külotlu çorap ve mini etekle Şebnem Ferah konserine giden, dibe vurmadan çıkamam arkadaş diye sarhoş naraları atan o çılgın genç değilim. Olamadım. (Nası güzel tarif ettim değil mi?) O yüzden dedim ki ısrarla, bak firmeny olacak tren. Çocuk soruyo rusça, firmeny mi? Firmeny. Bak diyorum emin misin firmeny olacak. Hadi bi daha.. Firmeny mi? Firmeny. OK. Dedim ki üst ranza olsun. Tamam. Bi de bi yerde bişey okumuşum aklımda kalmış. "Tuvaletin yanında olmayacaaak, tuvaletin yanında olmayacaak" diye uzaklardan bi ses çınlıyo kafamda sanki. Kadın rusça bişiler dedi. Çocuk dedi ki "aaa şanslısın, tuvaletin yanındaki yatak!" Bende bi kıvılcım çaktı ama, çocuk kolay olur tuvalete gidip gelmek falan diyince kafamı karıştırdı. Bi hışım kitapçığımı açtım deli gibi arıyorum nerde yazıyodu nerde yazıyodu. Özellikle kaçınmanız gereken yatak numaraları var diyodu eminim. Kitapçığı açtım hızlı hızlı sayfaları arıyorum arıyorum ay bulamıyorum.Nerde bu nerde bu nerde nerde.... Caaaartt! Kadın bileti kesti.

Neyse bi iç çektim, biletimi aldım, çocukla yola düştüm. Daha sonra kitapçığımla beraber bi kafeye oturdum. Pancake'imi aldım. Biletimi açtım. Kitapta söylenenlerle karşılaştırıyorum:
İlk olarak diyo ki, tren numarası önemli.. en iyiler düşük numara olur.. numara arttıkça kalite düşer.. siz iyisi mi 100 numaranın üstündeki trenlerden kaçının. Hmm ok.. hemen bakayım bilete.. kalkış yeri buuu...varış yeri buuu... hah, buldum, tren numarası....240!!!
Bi daha iç çektim. Sakin ol Ayşe dedim. Nası olsa firmeny tren. O kadar kötü değildir. Kendimi telkin ediyorum.
Neyse koltuk numaralarını açtım.. Sonunda o sayfayı buldum. Baktım ne yazmış, 33-38 arasındaki numaralardan kaçının... Hmmm tamam. Şimdi bilete göz ucuyla bakıcam, içimden dua ediyorum, allahım nolur olmasın.. hem cici kadındı, kızıl kızıl saçlar.. eheh.. yapmaz öyle şey..çok sevimli çok hanım hanımdı...korka korka, yavaş yavaş, ama gayet cool, panik yapmadan göz ucuyla baktım....... 34! Allah belasını versin bu Rusların!!!

Hostele bi gerginlikle döndüm. Netbook'umu açtım trene bakıcam. Hala kendimi telkin ediyorum. Ne kadar kötü olabilir ki canım? Hem kötü olsun canım ne olacak? Belki de o çılgın genç ben olabilirm. Neden olmasın? Biraz yaşım ergin ama, 50sinde hala amsterdam'da ot çeken teyzeler var.. belki ben de bir deneyim timsali olacam, bar köşelerinde elimde viski sigara, sarhoş sarhoş, "ben neler yaşadım evlat" diye nasihat vericem. Olabilir. Neden olmasın, değil mi?
Kendimi bu tip sahnelerde hayal ederekten aldım netbook'umu, açtım google'ı, girdim tren numarasını, tıkladım sayfayaaaa.. ve kan beynime sıçradı! Hakikaten sıçradı arkadaşlar öyle böyle değil! İşte orda, Moskova'daki bir hostel odasında, üst kat ranzada, netbook kucağımda, ben sayfaya bakıyorum, sayfa bana bakıyo.. ve evet yaa, trenim ne firmeny, ne fast.. benim o 7 gün içinde gideceğim sevgili trenim, pass arkadaşlar, pass..
Ve o an işte jean d'arc ayşe, karanlıklar arasından, parlayan kılıcıyla, kahraman atının üstünde, höykürerek geldi...
Bi hışım dışarı çıktım. Fransız bebeyi buldum (bak hemen çocuktan bebeye düştü kendisi). Dedim ki bu ne? Bu dedim benim istediğim tren değil. Ama kadın öyle dedi de böyle dedi de. Bıdı bıdı yapma bana dicektim ama dil bilgim yetmedi. Neyse bir diğer görevli kıza rusça yazdırdım kağıda. Bu bileti şu trenden şu trene değiştirmek istiyorum, falan filan. Kaptım kağıdı yola düştüm, bi de kapanacak bi saate falan. Gene bir kan revan içinde yollarda hızlı hızlı yürüyorum. Neyse vardım istasyona, geldim gene aynı kadının önüne.. Kadın suratsız suratıyla kağıda baktı baktı... nye dedi (rusça no). Beni bi görmelisiniz, en büyük kabusum başıma gelmiş gibi, Friends'te Joey'nin 30 yaşına girdiğini öğrendiğinde yaptığı gibi, WHY diyorum yaa WHY? WHY NOT yani? Artık kadın ingilizce bilmiyomuş milmiyomuş geçtim. Change the ticket diyorum yaa change the ticket! (şu anda bile sinirden gülüyorum halime çok fena)
Allahın sevgili kuluymuşum ki tam arkamda ingilizce konuşan bi adam çıktı. Rus değilmiş zaten sonradan öğrendim rus olsa şaşardım. Adam saolsun aramızda çeviri yaptı. Aynı güne yokmuş ta, daha fazla ödemem gerekiyomuş ta.. gene bi expensive lafı geçip duruyo. hostelde de yaptılar bunu değiştirmek istiyorum diyince. Ama o expensive expensive... Yaw sanane kardeşim expensive olsun! 7 gece yol gidicem ben bu trende. 7 gece otelde kalsam zaten aynı parayı vericem üstüne bi de o kadar yol gidiyorum. Hem 8 aydır para biriktirmişim. Zaten iki yıldızlı otelde bile kalmıyorum gidiyorum gecesi 25 dolara hostelde kalıyorum. Taksiye binmeyim kazıklanırım diye trenden inip metroya, metrodan inip otobüse biniyorum. Bırak bari canımı 240 nolu mülteci kampından kurtarayım yaa!


Dolmuşum değil mi?

Aldım biletimi.. 21 Eylül, Rossiya treni.. 2 Numara! :)

16 Eylül 2009 Çarşamba

Rusya'da Yolunu Bulmak: A Beginner's Guide

eveet. artık yazabilirim.

nerden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum.
öncelikle, THY deskindeki zeki kızımızın yaptığını anlatayım.
zaten çıtıpıt bişeydi. yaş desen 25 anca vardır. sevimli sevimli ilgileniyo herkesle falan. böyle sevimli tiplere işini yaptırmıcaksın aslında hata bende. nitekim ne kadar sevimli o kadar acemi demek, bu işte o kadar yeni demek yani. salaklık bende. gitsene şöyle canından bezmiş, bu işe yıllarını vermiş bi katananın önüne. yok.
her neyse kız saolsun beni check in yaptı biletimi verdi elime. sırıta sırıta aldım ben de. bi önceki gece içince ertesi sabaha salak gibi oluyorum zaten ben bu sefer bu tezimi kesin kanıtladım. aldım bileti verdim bagajı, yurtdışı çıkış harcını almaya giderken bilete bi bakayım dedim... panov goran.. o kim be!? hemen koştur koştur kıza gittim. kız bi panik oldu. hemen o dediğim katanalardan birinin yanına gittik. ben ayşeyi değil de panov mu palov mu neyse artık onu check in yapmışım bagaj onun adına gitti dedi. varış yeri de farklı düşün, St Petersburg (SPB) deil yani. neyse canından bezmiş işinin piri kadın birilerini çağırdı falan,halletti. dakka bir golü yiyodum yani allah korudu.

bu arada daha istanbul havaalanından çıkmadan benim içime feci bir bunalım düştü. napıyorum, ne ediyorum, nası yapıcam, emin miyim, son kararım mı, istemediğim yerde dönebilir miyim? dönmeli miyim? abartttıkça abarttım. fakat gerçekten bir korku kapladı içimi, bildiğiniz gibi değil. neyin korkusu bu tam anlayamadım. düşünüyorum, ulan diyorum ilk defa mı yurtdışına çıkıyosun? yoo. ama işte bi korku bi sıkıntı. gören sanır ki mecburi göreve doğuya falan gidiyorum yani, öyle bi garip bi his kapladı içimi işte. uçakta suratımdan düşen bin parça. yazık kıza falan demişlerdir kesin. halbuki onlar nası güzel görünüyo şimdi gözüme. o güzelim hostesler.. türkçe bilen, üstüne bi de ingilizce bilen, üstüne bi de yardımsever insanlar.. yani bizim nemrut hostesler bile, şu askerlerin tabağına çorba dolduran hatice ana gibi gözüküyo gözüme şu anda, artık durumumu siz düşünün.
evet gerçekten de dedikleri doğruymuş arkadaşlar. gerçekten de burda kimse bi gram ingilizce bilmiyo.
akşam sularında pulkovo havaalanına indim. çok afedersiniz göt kadar bi yer. ve acaip eski. bi takım formlar doldurdum. migration card falan. bi de bak şimdi farkediyorum, burda henüz erkek bir memur göremedim. havaalnında vizedeki polisler dahil bütün çalışanlar 50 yaşlarında şişman ve suratsız kadınlar. neyse bi kaç denemeden sonra formları doğru dürüst doldurdum ve dışarı çıktım. hemen çıkışta minibüs tarzı bişeye binip metroya gittim. ordakiler en azından yes no falan diyebiliyodu yani bi şekilde metroya varabildim. metrodan çıkınca hosteli bulmak da zor olmadı. hangi durakta ineceğimi, yani kaçıncı stopta ineceğimi biliyodum. o yüzden rahat oldu. hostel de merkeziydi. cubahostel. güzel şirin bi yerdi.
eşyalarımı bırakıp yakında bi kafeye gittim. hala nası bişeye bulaştığımdan habersiz habersiz etrafıma bakınıyodum. etraf derken kızlardan bahsediyorum tabi. bakmamak için kör olmak lazım. hakikaten hepsi birbirinden güzel. valla şimdi erkeklere ne desem ayıp olur, ben olsam ben de rus kızı alırdım heralde kendime bi tane. yani yazın tatil beldelerindekilerden bahsetmiyorum. bunlar hakkaten genç, upuzun, incecik ve inanılmaz güzel giyinen taş gibi kızlar.neyse.
ertesi gün yakında gezilecek bi kaç yer bulup gezdim işte. resimleri bilare eklicem. sanattan pek anlamadığım için o çok meşhur hermitage de çok bilinçli gezemedim.
bu arada girişte bilet sırasında beklerken ensemde bi el hissettim. arkama döndüm şirine bi kız. sırıtarak boçok mu ne öyle bişey dedi. ben de saç falan var zannettim. "boçok mu eheh what is boçok" falan diye sevimli sevimli sordum ben de. kız ingilizce bilmiyomuş arkadaşına dönüp bişeyler dedi. spatzka trapska diye rusça bişeyler konuştular. kız bana döndü "spider" dedi. "eheh, spider, ok..spider mı!!?? neyyyy?!!"

neyse, ilk girdiğim kısımda tarihi taşlar bulgular falan vardı. derhal terkettim orayı. anadolu medeniyetleri müzesine gitmiştik bi kere. michael didem ben. o gün karar vermiştim arkeolojiyle pek sevişmediğimize.. neyse asıl diğer kısım daha enterasandı.

bir sürü ünlü ressamın dev gibi tabloları vardı. italyan, ispanyol falan diye ayırmışlar. bina da çok güzeldi tabiki. yapı itibariyle dolmabahçe ye benziyo. denizin kenarında, upuzun dev gibi bi müze.
ordan çıkıp civardaki çeşitli yerleri gezdikten sonra, Lonely Planet guide book' daki öneriye uyup boat trip bileti alayım dedim. iyi ki almışım. çok güzeldi. akşam 8deki tura katıldım. hava karardığı zaman inanılmaz güzel manzaralar oldu. kanallardan geçerek gezdik şehiri. çok güzel resimler var koyucam en kısa zamanda.




botta yanımda bi çocuk oturuyodu. öyle miydi böyle miydi derken baya bi muhabbet ettik. çok iyi oldu benim için gerçekten. konuşmaya ihtiyacım varmış demek ki (bu cümleyi kurduğuma inanamıyorum). o da brezilya dan gelmiş. boat tripten sonra oturduk kahve içtik sonra yemek yedik falan. o da tek başına gelmiş , tam benim gibi şaşkın bi tip. onun da eli ayağına dolaşmış napacağını bilememiş. bi gece de olsa yoldaş olduk birbirimize (bak sovyetlere geldim ya hemen havaya girdim yoldaş falan). neyse iyi oldu hoş oldu, maillerimizi aldık keep in touch dedik helalleştik. gutoydu adı. çok ilginç hikayeleri var bi ara anlatırım (buraya kadar sabrederek okuyup merakından çatlayanlar için dip not: hayır malesef brad pitt le pek alakası yoktu).
ay bu arada hostel de türk bi çocuk vardı ha! ama pek faydası dokunmadı bana. 20 yaşlarında, iyi bi çocuktu aslında. ama pek rastlaşamadık. bi de bana sürekli "siz" diyodu. inanamıyorum ya. siz denilecek yaşa mı geldim ben? höst.
neyse ertesi gün kalkıp, deskteki kıza rusçasını yazıdırıp, ticket office ten moskovaya bilet almaya gittim. yani bu sabah oluyo bu. olay da burda başlıyo.
her nasılsa görevli kadın inanılmaz sevimli çıktı ve bana el kol hareketleriyle de olsa yardımcı oldu ve cuk diye istediğim trene istediğim saate yer verdi. 12:53 Yunost treni; SPB-Moscow. Süper dedim. saat 11 falan. hostele döndüm. toparlandım. internetten booking imi onayladım biraz araştırma yaptım falan. 12de hostelden çıktım. julia, deskteki kız, tarif etti nası gideceğimi. 1 stop sonra inicem. inicem de, nası binicem, nerden binicem, problem ordaymış. ankaray gibi düşünün. iki taraflı metro gidiyo. metro dediğim de zindan gibi bişi bu arada. ilk binerken anlamamıştım. insanlar kapalı kapıların yanında bekliyolar. görünürde hiçbişi yok. bi yol boyunca duvarlar, duvarlarda da sıra sıra kapılar var. meğersem tren duvarların içinden gidiyomuş. tren bi duruyo,bütün kapılar "çotankkk!" diye açılıyo falan. direk ürkütücü bi görüntü yani.
neyse bendeniz, metroya indim. önüme gelen trene bindim. ve tabi ki ters tarafa binmişim. ama böyle bişey olamaz. o kadar şuursuz oluyo ki insan. hiçbişey ingilizce değil. ingilizceyi bırak, latin alfabesinde bile değil. garip gurup şekiller. alfabe bu.
inince gördüğüm insanlara istasyonu sormaya başladım. tabi ki kimse anlamadı. sonunda turist kılıklı bi adam çat pat anlattı saolsun. burdan iki durak sonra dedi. o zaman benim jeton düştü. saat 12,37 falan. koştur koştur geri indim metroya ama, ya gene yanlış yere binersem. her yer birbirine benziyo zaten. ve insan hakikaten bulacağı varsa da bulamıyo gideceği yeri. sanki üstüme üstüme geliyo o durak isimleri, metro haritaları, kalabalık. şaban gibi kaldım orda resmen. gene ingilizce konuşan birini aradım ve sonunda genç bi kız buldum yanında arkadaşlarıyla. kıza nası teşekkür etsem azdı. kız beni tuttu kolumdan, metroya bindik, beraber indik ve çıkacağım merdivenin başına kadar götürdü. tenk yu tenk yu tenk yu veri maç diye sarıldım kıza giderken, o derece. neyse çıktım, gene bi çaba sarfedip yarım vücut dili yarım inglizce biriyle konuştum. hasbelkader treni buldum. buldum ama, kan revan içindeyim. sırtımda çanta, sağımdan solumdan aparatlar sarkıyo.. ama treni bulunca bir sevindim ki anlatamam. o an yemin ederim hafifledim. uçucaktım yani. inanamadım treni kaçırmadığıma.


neyse 8 saat yolculuktan sonra moskovaya geldim. gayet rahat ve güzeldi tren. inince yine bir rus kızımız saolsun aynı metodla yol gösterdi bana ama bende bir panik. diyorum ki boku yedim. nası bulucam. gene aynı stres, aynı koşturmaca, aynı maraton başladı. neyse ki bi kadının yanlış yönlendirmesine rağmen, ikinci hatayı yapmadım ve doğru çıkıştan çıkmayı becerdim. hosteli bulduğumdaysa artık kendimi jean d'arc gibi hissediyodum. hala da öyle hissediyorum aslında. hala inanamıyorum nası buldum nası attım kendimi hostele..


şimdi bu kadar şeyden sonra ben irkutsk'a gider miyim? irkuts ki SPB ve Moscow'un 15de biri kadar bi yermiş. buralarda böyleyse orda artık tarzanca falan resmi dildir heralde.
bilemiyorum. ama istiyorum gitmeyi. belki bikez daha şansımı denerim. belki haftaya hayyamide içerim.
bilemiyorum.

hepinizi öpüyorum.

15 Eylül 2009 Salı

Hi from Russia

Depresifim ve tirsigim.
O yuzden bu durum gecene kadar pek yazmak istemiyorum.
Amma anlatacaklarim yok degil. Yarin Moskova ya gecicem isallah. Bilare yazmaya calisicam arkadaslar.
Hepinize Rusya dan selamlar.
ve evet kizlar tas.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Biri "ideal" mi dedi?

Milyon tane afilli blog ismi düşündükten sonra sonunda tam olarak durumumu ifade eden bu başlıkta karar kıldım. Seyahat günlüğü için ideal bir başlık değil farkındayım. Lakin diğer taraftan, biri "ideal" mi dedi?

Daha saatler önce hevesim tavan yapmışken, bloguma cicili bicili neler neler yazacağımı düşünürken, şu an delirme sınırının tehlikeli derecede yakınındayım. Evet blogumu açtım, evet sonunda 14 Eylül'de İstanbul çıkışlı uçak biletimi aldım, ve evet sonunda ben de her seyahat blogu gibi ilk yazımı yazmaya başadım. Ancak uyarıyorum, çok ciddiyim, az sonra okuyacağınız, pek hoş bir girizgah yazısı olmayacak..

Hakikaten hayatımda bundan daha zor bir işe giriştiğimi hatırlamıyorum. Yani insan kendini yolculukta tanırmış ya, ben daha hazırlık aşamasında kendimi tanıdım! Ben dağınığım, ben plansızım, ben arap saçıyım, ben acayip bişeyim arkadaş lanet olsun! Ha bunları söylüyorum neden? Çünkü daha önce yapılmışı var, baktım, araştırdım.. İnsanlar güzel güzel, usturuplu usturuplu, planlı programlı çizmişler rotalarını, almışlar biletlerini, açmışlar bloglarını, anlatıyorlar.. Hepsinin o ilk yazılarına bakıyorum.. Aman allahım, öyle sakin, öyle kolay, öyle yapılabilir birşey ki anlattıkları.. Efendi gibi aşılarını olmuşlaaar, sigortalarını yaptırmışlaaar, tekrar ediyorum: rotalarını çizmişleeer, sonra anne babalarına, veya ilham kaynağı olan diğer üçüncü şahıslara teşekkürlerini edip yola çıkmışlar. Basit. Düzgün. Sakin.

Diğer taraftan ben, bir panik, bir kargaşa, bir istikrarsızlık, bir plansızlık, bir önünü görememezlik, bir, ne bileyim ben, kaos!
Daha bu sabaha kadar planım Moskova'ya uçmaktı. Bu sabah kalktım ve St Petersburg'e bilet aldım.
Kredi kartlarım halen çıkmadı. Bankada 7 aydır biriktirdiğim para var, parayı çekecek bankamatik kartım yok. 1200 lira gibi, yurtdışı seyahatleri düşünüldüğünde şuncacık diye tabir edilebilecek bir limite sahip tek bir kredi kartım var. Onun da arkadaki CVC kodu okunmuyor, problem çıkarma ihtimali yüksek. Ha CVC kodunu nası giriyorum online alışverişlerde, kafamdan! Yani o 3 haneli numara ezberimde, kafamda! Kafam da baya sağlam ya, en güvenli olarak oraya koymuşum!
Booking. com dan milyon tane otele baktım, eksper oldum, daha seçeneklerimi ikiye bile düşüremedim! Nerede kalacağımı bilmiyorum.
10 gündür her saat internetteyim, lonelyplanet guide book'dayım, demiryolları tarifelerini hatmettim, Rusya'nın altını üstüne getirdim, gelin görün ki daha bi kaç saat önce visa registration diye bir şey buldum.. Rusya'ya adım atar atmaz ilk üç gün içinde vizenin kaydını yaptırmak gerekiyormuş. Bir de baktım ki, vizeyi veren acentenin ya da kalınan otelin yaptırması gerekiyormuş bunu. Ya da vizedeki invited by yazan yerdeki kurumun. Vizeye bi baktım, invited by bilmemne bilmemne, MOCKBA.. Moskova!!! İki saat önce St Petersburg'e biletimi almışım ve bunu yeni öğreniyorum! Allah belasını versin komünistlerin! Vize kaydı ne yahu? Almışım işte vizeyi neyin kaydı yani?
Seyahat acentesini aradım kız diyor ki siz bana moskova dediniz. Derin derin nefes aldım, sen bi araştır bana dön dedim. Sesimden azıcık tarzım belli oluyorsa, suratının ortasına geçirmek üzere olduğumu anlamıştır. Zira, nerden başlayacağıma emin değil idiysem de, adım gibi eminimki kıza St Petersburg, Moskova ve Vladivostok dedim, sırasıyla gideceğim 3 şehri söyledim yani.. anlamadığına da emindim oysa ya, neyse..

İnsanlar bana soruyor.
Nereye gidiyorsun? Hmm, önce Rusya.. sonra galiba Çin.. sonra? Yok.
Nası gidiyorsun? Önce uçak.. sonra galiba tren.. sonra? Yok.
Ne kadar kalacaksın? Önce, galiba.. hiçbir fikrim yok.
Yani babamın tepkisi çok ta yersiz değilmiş galiba.. "Kızım iyi misin sen?"

İyiyim iyiyim. Bomba gibiyim.

Allahım naptım ben?